2 Eylül 2016 Cuma

James Blake - The Colour In Anything



James Blake’in “Limit To Your Love” cover’ını dinlediğim gün, bu adamın yapacağı her işi takip edeceğimi düşünmüştüm. Gerçekten o dönemler kafamdan geçen müziğin çok klasik bir örneğiydi. Bir cover olmasına rağmen orijinalini aratmıyor, hatta ortaya bambaşka bir şarkı çıkarıyordu. James Blake tüm şarkılarını kendi yazıyor, çalıyor, söylüyor olsa da, bunların hiçbirini mükemmel yapmıyor aslında. Onu benzerlerinden özel yapan şey, elektronik müziği bir yandan inanılmaz sade, ruh dolu şekilde icra ediyor olması. Kendine özgü bir atmosfer yaratabiliyor ve gerçekten kendinizi onunla aynı odada oturuyormuşsunuz hissine büründürüyor.

Daha önceki 2 albümü “James Blake” ve “Overgrown” birbirinden ilginç şarkılar barındırıyordu. Ama bu iki albümü birbirine oldukça yakın, hatta birbirinin devamı gibi görüyorum. “Overgrown”u dinlediğimde aynı güzel müziğin değişik çeşitlemeleri olarak düşünmüştüm. One Love’da 2 sene önce canlı dinlemek ise oldukça etkileyici bir tecrübeydi. Bu sene benim çok sevdiğim ve blogumda da bahsettiğim iki isimle çalıştığını öğrenince heyecanlandım. Bunlardan biri taze albüm çıkarmış olan Frank Ocean. (Albümleri Endless ve Blonde’un eleştirilerini okuyabilirsiniz.) Diğer ise albümün ilk single’ı “I Need A Forest Fire”ı beraber besteleyip söylediği, yakında albümüne kavuşacağımız Bon Iver. (Albümü 22, A Million’ın ön incelemesini ve yeni şarkı 33 GOD’ı okuyabilirsiniz.) Blake normalde kendi müziğine dışarıdan gelecek etkilere karşı hassastır. İlk iki albümde beraber çalıştığı kişi sayısı o kadar az ki, tam bir singer/songwriter hassasiyeti ile bu izolasyonu korumaya çalıştığını düşünmüştüm.

Blake, kendini tekrar etmemeye yemin etmiş belli ki. Çünkü bu albüm ile beklentilerimin dışında bir iş ortaya çıkarmış. Ve ben bundan oldukça memnun kaldım. Öncelikle şarkılar değişmiş, şarkı yazımı derinleşmiş ve eski acı tatlı elektronik minimalizmi terketmiş. Epey karmaşık ve değişik denemeler yapıyor. Her birinde başarılı olabiliyor mu, orası sorgulanır belki. Ama bu sefer “I Hope My Life (1-800 Mix)” gibi kitsch bir sample ile ilerleyen ya da “Always” gibi zorlayıcı düzenlemeleri olan şarkılara yer vermiş. Albümün en güzel anları bunlar olmasa da, kesinlikle en şaşırtıcıları bunlar. Albümün bitiş şarkısı “Meet You In Maze” bu açıdan altı çizilmesi gereken bir şarkı çünkü albümün en iyilerinden biri olması bir yana, acapella bir deneme olarak çok çok iyi.


Daha alışıldık sularda yüzdüğü zamanlarda ise yine dinlemekten keyif alacağınız işler çıkarıyor. Albümün çıkış şarkısı gibi görünen, açılış şarkısı “Radio Silence” eski albümlerde de kendine rahatlıkla yer bulabilecek bir klasik. Hatta bu albümde Blake’in vokal performansını biraz geliştirdiğini de düşünüyorum. Albümün en rahat dinlenecek şarkısı olabilir. “Points” ise daha çok soul/rnb tadına yaklaştığı bir şarkı ve ben düzenlemelerini çok beğendim. Başta minimal bir synth melodisi ve Blake’in sesi ile başbaşasınız, sonra vokali alıp kesip yapıştırmaya başlıyor. Şarkı yavaşça kontrolden çıkıyor, ama asla dinginliğini kaybetmiyor. “Love In Whatever Way” piyano başında söylenmiş yoğun ve duygusal bir ballad. Ballad demişken, sanırım tüm şarkılar bir anlamda öyle. Blake bitmek bilmeyen bir aşk acısı ile yazmış tüm şarkıları. Şarkı sözleri çok orijinal kelimeler içerse de, çoğu zaman aşk temasından asla uzaklaşmıyor, o açıdan beklentilerinizi aklınıza gelebilecek her anlamda aşk acısı dinleyecek şekilde ayarlayın.
Albümde 17 şarkı var ve 70 dakika civarı sürüyor. Bu süre oldukça hızlı geçiyor, o açıdan gözümün korktuğu gibi olmadı. Şarkılar çok nadiren birbirini tekrar ediyor. Aksine her şarkı ile farklı bir şeyler deniyor olması albümü ilgi ile dinlemenizi sağlıyor. Her şarkıdan tek tek bahsetmek çok zor olacak olsa da birkaç şarkının daha altını çizmek isterim. “Put That Away and Talk To Me” tam bir Björk-vari şaheser, bolca vocoder içeriyor olması herkes çekmeyebilir. “My Willing Heart” ise tatlı ve romantik melodisi ile kalbimi sızlattı açıkçası, albümün orta bölümünün en sevdiğim şarkısı olabilir. Üstelik hafif bir orkestrasyon bile içeriyor. Albümün hit şarkılarından biri sayılabilecek “Modern Soul” yine Blake’in kendi güvenli sularında yüzdüğü türde bir şarkı, yine de sonuna doğru gelen şahane kopmayı kulaklıklarla dinlerseniz tüylerinizi diken diken edecektir. Albüme adını veren “The Colour In Anything” ise sanatçının muhtemelen ilerleyeceği yol açısından bir ipucu. Bir laptopa ihtiyacım yok, ben zaten müziğimi icra edebiliyorum diye bağırıyor.

Bitirmeden elbette “I Need a Forest Fire”dan bahsetmemek olmaz. Albümün en iyi şarkılarından biri, belki de en radyo dostu olanı. Üstelik peygamber kıvamına gelmiş olan Bon Iver’ın ciddi bir vokal performansı mevcut. Ben şarkının klasik olmanın ucundan döndüğünü düşünüyorum. Bon Iver, Blake’ten iyi bir vokalist, ama şarkıyı “huu” diye bağırarak açıyor ve bunu şarkı boyunca yapmaya devam ediyor. Şarkının kendini tekrar eden bir yanı da var sanırım. Müzik videosu ise bence mükemmel bir fikir etrafında dönüyor. (İzleyince ne demek istediğimi anlayacaksınız.)

Bu albüm, diğerleri gibi çok ön plana çıkan klasikler barındırmıyor, ama albümde atlayacağım şarkı neredeyse yok. 17 şarkılık dev bir albüm için bu büyük bir başarı. James Blake’in şimdilik en iyi, en olmuş albümü gibi duruyor. Gerçekten bu işi ne kadar sevdiğini ve ne kadar yüreğini ortaya koyduğunu görmek sevindirici. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder