31 Ağustos 2016 Çarşamba

Güney Kore'nin Son Acayipliği: Goksung - The Wailing (2016)


Güney Kore sinemasının son 15 yılda nasıl bir yükseliş gösterdiğini farketmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Chan Wook Park ya da Joon Ho Bong gibi artık "usta" kabul edilen yönetmenlerin eşliğinde sadece ülkesinde büyük bir tüketim piyasası olması bir yana, tüm dünyaya kendi adı ile pazarlanan bir sektör artık kore sineması. Öyle ki bir zamanların Hong Kong sinemasında olduğu gibi yönetmenleri tek tek Hollywood'a transfer olmayı ihmal etmiyor. (Ve tabiki oraya gidince bozuluyorlar.)

Hong-jin Na, daha önce iki meşhur filmden tanıdığımız bir isim: The Chaser ve Yellow Sea. İkisi de eleştirmenler tarafından da, izleyiciler tarafından da övgü ile karşılanmış filmlerdi. Henüz çok az film çekmiş olmasına rağmen Kore sinemasının geleceği adına umut veren bir yönetmen olduğu düşünülüyordu. Tarzını kısmen, kendisi yine Hollywood'a transfer olup oldukça bozmuş olan, I Saw Devil ve A Bittersweet Life'ın yönetmeni Jee-woon Kim'e benzetiyordum. (Ki en iyi filmi bence A Tale of Two Sisters'tır ama o epey farklı bir film.) Ama şimdi bahsedeceğim bu film, diğer her şeyden biraz uzakta duruyor. Ufak bir kore kasabasında geçmesi ile Memories of Murder hissi verse de, gerçekten pek de alakası yok.

Görüntü yönetimine şapka çıkarıyorum.
Filmin konusundan biraz bahsedecek olursak (biraz diyorum çünkü fazlası pek çok şeyi bozabilir), yemyeşil ve cennet gibi kore kırsalında yaşamakta olan köy halkı, normalde alışık olunmayan bir takım cinayetlere tanık olmaya başlar. Kasabada kırk yıldır tanıdıkları kişilerden bazıları çıldırıp ailelerini katletmeye başlar. Başta kasaba çevresinde bulunan bir zehirli mantarın yol açtığı bir intoksikasyon durumu olarak değerlendirilse de, film ilerledikçe bunun bu kadar basit bir delirme olayı olmadığı ortaya çıkmaya başlar. Kasabaya bir süre önce Japon bir keşiş gelmiştir ve bu toplu histeri krizi onun gelişinden sonra başlamıştır. Bununla birlikte ana karakterimiz bir polis memuru olan Jong-goo olayı araştırırken beyaz kıyafetler içinde konuşan garip bir kadına rastlar, kadın görgü tanığı gibidir ama hemen kaybolup gider. Kısa süre sonra da Jong-goo kendi küçük kızının tavırlarının değişmeye başladığını farkeder. Bütün bunları düzeltmesi için köye bir Şaman bile çağılır.

Hikaye görüldüğü gibi oldukça karmaşık. Daha da karmaşık yapan kısım, hikayedeki kritik karakter sayısının çok fazla olması sanırım. Teknik anlamda filmin diğer yakın dönem kore filmleri gibi oldukça kusursuz olduğu ortada. Açılıştaki yağmurlu cinayet mahalli sekansı gerçekten tüyler ürpertici. Film ilerledikçe türler arasında gezinmeye başlıyor ve bir noktada gerçekten korku filmi havası vermeye başlıyor. Karanlığın arttığı, mum ve ay ışığının ağır bastığı kısımlar da çok iyi çekilmiş. Oyunculuklara ise şapka çıkarıyorum, "possessed" küçük kızın oyunculuğu neredeyse oscarlık kıvamda. Özellikle bizim de "cinli" filmlerden alışık olduğumuz o "exorcism" sahneleri, alışık olduğumuzdan çok daha etkileyici oluyor oyunculuklar sayesinde. Zaten hikayenin Türk kültürünü andıran bir yanı da yok değil: bir kız garip davranmaya başlar, bir teyze cin olduğunu düşünür, hoca çağırılır ve cin kovulur. Bu Uzakdoğu kültüründe hayaletler ve iblisler üzerinden yaşanıyor olmakla birlikte, ritüelleri oldukça absürd ve filmin komik tonuna da yardım ediyorlar. Çünkü inanması zor ama, bu film bir yandan oldukça komik bir film. Özellikle ilk üçte birlik bölümü gülümseyerek izleyeceksiniz. Filmi biraz daha öteye götüren kısım ise bu "basit" sayılabilecek ayin sahneleri ile yetinmeyip, neredeyse her adımda biraz daha uç bir noktaya götürüyor olması. Senaryonun karmaşası sonsuz ve hala internette tam bir çözümlemeye rastlayamadım. Ama sanırım filmi bu kadar başarılı yapan şey de, neredeyse her şeyi belirsizlik içerisinde götürmesi ve sonunda da bu belirsizliği aydınlatacak ufak bir kibrit yakıyor olması. Diğer türlü bakan kimseler ise filmin mantık ve süreklilik hataları ile dolu bir senaryosu olduğunu düşünebilir. Ama unutulmamalı ki, bu alegorik bir film bir yandan.

Bu sahne 15 dakika sürüyor ve gerçekten tanımlaması zor.

Şimdi spoiler ile biraz daha içerikten bahsetmek istiyorum. (Spoiler istemeyen güvenle bir sonraki paragrafa atlayabilir.) Filmin üzerinde kafa yorduğu bir takım kavramlar olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri "yabancı korkusu", bir tanesi de "inanç". Filmde Japon keşişin varlığı en başından beri bir belirsizlik olarak sunuluyor. Filmin daha başlarında onun suçlu olduğuna dair çok net kanıtlar elde etmemize rağmen, bir şeyler sürekli aslında onun gerçek kötü olmadığını haykırıyor bize. Filmin twistleri bitmek bilmiyor çünkü sadece Japon adamın haksızlığa uğradığına dair düşüncem 5 kere değişmiş olabilir. Filmin 3 kritik karakteri var: japon keşiş, beyazlı kadın ve şaman. Şaman bunlar arasında en belirsiz olanı. Muhtemelen iyi niyetlerle kasabaya gelmiş ama sonrasında iblis tarafından ele geçirilmiş zihni ile davranıyordu sonunda. Japon adam ise, tam olarak bir iblis değildi başlarda. Filmin büyük bir kısmı boyunca korkmuş ve şaşkın davranıyordu. Japon adamın kısmi bir ele geçirilme yaşadığını ama sonunda kamyonetle çarpmaları sonucu ölerek tam olarak şeytan tarafından ele geçirildiğini düşünüyorum. Beyazlı kadın ise, aksi kanıtlar sunsa da, aslında gerçekten iyi şeyler yapmaya çalışıyordu. Ama diğer insanların "inançları" olmadıkça bunu yapabilecek güçte değildi. Bir ruh veya başka bir şaman olabilir, bunu asla bilemeyeceğiz sanırım. "İlk taşı günahsız olan atsın." cümlesini akla gelen taş atma sahnesi ile filme girdiğini ve sonunda bir kenarda oturup başarısızlığına ağladığını da unutmamak gerek. İnanç ise burada önemli, çünkü film Budistik ayinler üzerinde ilerliyor olmasına rağmen, iki adet Hıristiyan din adamı da görüyoruz. Biri Junior bir rahip, sadece japonca tercüme yapabildiği için hikayeye giriyor, ama filmin sonunda onun şüpheleri ile aydınlatıyoruz olayı. Diğeri ise kilisenin başrahibi. Rahip kesinlikle elini sürmüyor, olayı hiç kabul etmiyor, hatta ana karakterimize mantıklı olanı, kızını hastaneye götürmesini ve doktorlara güvenmesini söylüyor. Uzakdoğunun "dini karmaşası" aslında kasabadaki insanların da kafasını karıştırmış görünüyor. Çünkü gelenekçi taraf ile modern taraf birbiri ile çatışıyor. Açıkçası ikisinin de belirgin bir faydası olmuyor, çünkü her şey sadece daha kötüye gidiyor. Düşünülmesi gereken ayrıntı, gerçekten beyazlı kadının dediği ile ilgili. Eğer kişi inancını koruyabilirse ve bütün kanıtlar aksini gösterse bile hala bunu sürdürebilse, gerçekten filmin sonu farklı mı olacaktı? Ben filmin bir anlamda bu dini metni öğütlediğini düşünüyorum, ama oldukça kanlı ve sert bir stil ile.

Kore sineması adına iyi bir adım olmuş diye düşünüyorum, çünkü çok iyi polisiyeler, aksiyonlar izlemiştik. Hatta şahane korku filmleri bile yaptılar. Ama neredeyse her türü birbirine karıştıran ve ortaya gayet elle tutulur bir film çıkaran çok film yok. Bu film gariplik, esrarengizlik ve kafa karıştırma kategorilerinden tam not alıyor. (İlginç bir şekilde japon filmi The Cure'u anımsatıyor bu özelliği ile.) 2016 sinema adına fakir bir yıl, bu film ise bu kadar kurak bir yılda vaha gibi geliyor. İki buçuk saat olmasından çekinmeyin çünkü neredeyse hiç yavaşlayan ve izlemeyi zorlaştıran bir anı yok. 8/10

2 yorum:

  1. cok degisik bir filmdi.uzun surmesine ragmen hic sıkılmadım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kesinlikle öyle bir etkisi var. ben film boyunca neredeyse hiç koltukta rahat oturamadım. beklentime tam ulaşmamış olsa da, harcadığım vakte kesinlikle değiyor.

      Sil