21 Eylül 2016 Çarşamba

Stefan Zweig'ın Kusursuz "Amok Koşucusu"


Bir psikiyatrist olarak Stefan Zweig'a, hayranlık duyduğu ve fikir paylaşımında bulunduğu Freud bakış açısı olmadan bakamıyorum. Zweig'ın "Amok Koşucusu" kitabını asistanlığa ilk başladığım dönemlerde duymuştum. Psikiyatrinin temel kitabı olan DSM'nin en arka bölümünde kültürlere özgü hastalıklar bulunur. Burada ismini hiç duymadığımız, sadece belli yörelerde ve kültürlerde görülen değişik hastalıklar yer alır. Bunlardan biri, ve Zweig sayesinde en meşhuru, Amok'tur. Daha çok Malezya yerlilerinde görülen bu rahatsızlığı, korkunç ve ölümcül bir cinnet olarak isimlendirebiliriz. Kitabı duyduğumda aklıma gelen, Zweig'ın bu hastalığı nasıl bir öyküde buluşturmuş olabileceğine dair meraktı. Amok'u bilmeyen biri için ise oldukça esrarengiz bir isim olmalı.

Bu kitap en ilginç öykülerinin yer aldığı bir öykü kitabı ve Zweig'a başlamak için oldukça doğru bir adres gibi duruyor. Hayatı neredeyse sürgünden sürgüne geçmiş, Avusturya'da başlayan hayatı Brezilya'da intiharla sona ermiş bir dehanın öykülerinin neşeli olmasını bekler misiniz? Açıkçası birkaç öykü beklediğimden daha neşeli ve komikti, ama şaşırtıcı olmayan bir şekilde çoğu karakter ya kendini öldürüyor ya da öldürtüyor. Zweig'ın ruh halının parçacıkları her köşe başına gizli.

Başlangıç hikayesi "Bir Çöküşün Öyküsü" nefesimi kesti. Gerçekten ana karakterini bu kadar derinlikle, heyecanla, ilgi ile inceleyen pek az yazar gördüm. 50 sayfalık bir öyküde yüzlerce sayfalık ayrıntı gizliydi. Psikanalize olan ilgisini en güzel gösterdiği öykü bence bu. Sınırdurum bir karakteri ele alıyor, ve karakterin dünyaya bakış açısını, alma verme ilişkisini sürdürmekte nasıl zorlandığını ve yaşamının anlamsızlığını nasıl anlama dönüştürmeye çabaladığını anlatıyor. Kimsenin hatırlamadığı bir Fransız prensesinin Normandiya'da sürgüne gönderilmesinden sonra, kendi iç dünyasında nasıl bir çırpınma halinde olduğunu, çevresinde köylüler ve Paris'teki sahte arkadaşlıkları üzerinden anlatan Zweig, kolay kolay her yazara kısmet olmayacak bir kusursuzluğa ulaşıyor.

Kitaba adını veren "Amok Koşucusu" ise heyecanlı ve dramatik bir başyapıt. Yine karakterini derinlikle, aşırı derinlikle, incelemekten geri kalmazken, bu sefer çok ilginç bir hikaye anlatım tekniğini de kullanıyor. Hikayeyi anlatan ana karakter değil, bir yan karakter. Ve ana karakter ile bir gemide şaşırtıcı, korkutucu bir karşılaşma yaşıyor. Hikaye içinde hikaye şeklinde açılan öykü, bir yandan gerçek olabilecek bir his de veriyor. Hikaye ilerledikçe, ana karakterimiz olan Doktor'un neden bir Amok koşucusu gibi, kendine ve çevreye zarar veren bir çılgınlığa ulaştığını bize anlatıyor. Her sayfasında nefesini tuttum ve anlatımın güzelliğine inanamadım. 

"Madalya" aralarda gizlenmiş, çok başarılı ve vurucu bir öykü. Savaşla ilgili tarihsel gerçekliğe sahip öyküler çok ilgimi çekmez. Ama bu öykü bir kısa film çekilecek kadar etkileyici. İspanya-Fransa savaşı zamanı zorla hayatta kalan bir komutanın yabancı topraklarda hayatta kalma çabasını anlatıyor. Oldukça da kısa bir öykü olmasına rağmen bitişi ile surata tokat gibi çarpıyor. Ana karakterin intihar etmediği az öyküden biri aynı zamanda. 2. dünya savaşı sırasında depresyona girerek intihar eden bir yazarın elinden çıktığı belli.

"Ayışığı Sokağı" ise "Amok Koşucusu"nun izinden giden bir anlatıma sahip. Yani bir karakter, ana karakter ile tanışır ve onun öyküsünü dinlemeye başlar. Çılgın bir aşk ve intikam öyküsü olması ve karakterlerin sürekli rolleri değiştirmesi ile psikolojik incelemelere devam etmektedir.

En sevdiğim öyküyü sona bıraktım. Hatta okuduğum en güzel 10 öyküden biri olabileceğini iddia ediyorum. "Leporella"yı okurken gözlerime inanamadım. Zihinsel engelli olduğunu düşünebileceğiniz, dünyanın en sıkıcı, en itici karakterini anlatıyor Zweig. Ama öyle bir anlatıyor ki, bundan daha ilgi çekici bir şekilde anlatılabileceğine ihtimal vermiyorum. Hayatını kırsalda geçiren donuk zekalı bir kadının, bir Baron'un evinde çalışmaya başladıktan sonra küçük ama garip hayatının nasıl açıldığını ve psikopatik bir düzeye geldiğini, bambaşka metaforlarla ve kahkahalarla güleceğiniz bir muziplikler anlatıyor. Bu öyküyü okuyup da hastası olmayan birini hayal edemiyorum.

Zweig kesinlikle tüm kitaplarını mercek altına alacağım bir yazar bundan sonra. Sırada "Macellan" var. Dünyayı keşfetme hayalleriyle yola çıkmış bu gezginin yaşamını anlattığı bir kurgu-biyografi, muhtemelen diğer öykülerinde ele aldığı gerçek tarihi karakterler gibi, oldukça derinlikli incelenmiştir diye düşünüyorum. Freud'un dinamik kuramını hatmettiği her halinden belli ve öykü yazmak konusunda nefes almak kadar doğal bir yeteneği var. Amok'u oldukça kısa bir kitap olduğu için de kaçırmamanızı tavsiye ediyorum. Okumakta geç kaldığım için pişmanım.

Zweig ve karısının son fotoğrafı


1 yorum:

  1. Merhabalar,

    Avusturyalı roman, tiyatro, biyografi yazarı Stefan Zweig’i ilk olarak ”Satranç” kitabıyla tanımıştım. ‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romanını da dün itibariyle bitirdim. ”Olağanüstü Bir Gece”, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimini anlatmaktadır. Romanda beni en çok etkileyen cümle şu iki cümle olmuştu:

    -Kendisini bulmuş olan insan dünyada hiçbir şeyi kaybetmeyecektir. Kendi içindeki insanı kavramış olan insan ise bütün insanlığı anlayacaktır.

    -Ne var ki bu satırları zaten sadece kendim için yazacaktım ve kendime bile tam açıklayamadığım bir şeyleri başkaları için anlaşılır kılmak gibi bir niyetim hiç yoktu.

    ‘’Olağanüstü Bir Gece’’ adlı romandan altını çizdiğim, en sevdiğim yirmi alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/olaganustu-bir-gece-romanindan-muhtesem-20-alinti/

    Umuyorum ilgiyle okursunuz,
    edebiyatla ve sağlıkla kalın.

    YanıtlaSil