24 Eylül 2016 Cumartesi

Nick Cave & Bad Seeds - Skeleton Tree (2016)



Nick Cave'in sevenlerinin kalbinde özel bir yeri vardır her zaman. Gelmiş geçmiş en karizmatik singer/songwriter olması bir yana, müzik ile hikaye anlatımı konusunda kimsede olmayan bir yeteneğe sahip olduğunu düşünürüm. Bu yeteneği zamanla edebiyata ve sinemaya da geçti zaten. Nick Cave yaşlandıkça ışığını kaybedenlerden değildir üstelik, 2001 tarihli "No More Shall We Part" benim şahsi favorim olmakla birlikte, sonrasında yaptığı albümlerin de gerçekten iyi olduğunu söylemek mümkün. "Abattoir Blues/The Lyre Of Orpheus" mesela, gerçekten çok iyi bir albümdü. Üstelik bunlar ciddi olgunluk dönemi eserleriydi. "From Her to Eternity" veya "Murder Ballads"ın çok uzağında, bambaşka bir insanın elinden çıktığını hissettiren albümlerdi. Ama temalar genelde sabitti, ve bunlardan en belirgin olanı da her zaman "ölüm"dü.

"Skeleton Tree" ile ilgili okuyacağınız tüm yazılar, üzücü bir olaya işaret edecektir. Sanırım albümü bu üzücü olayın karanlığından uzakta değerlendirmek mümkün olmayacak. Albümün kayıtları sırasında Nick Cave'in oğlu bir tepeden düşerek hayatını kaybetti. Albümün kayıtları yarıda bırakıldı ve bu ani ölümün karmaşık yası işin içine girdi ister istemez. Tabi şarkıların bu olayın öncesinde yazıldığını, ama kaydın bu olaydan sonra yapıldığını düşününce, en azından atmosferde, düzenlemelerde ve Cave'in sesinde etkilerini hissetmek mümkün. Dahası bence şarkıların sözlerinde de ufak oynamalar olabilir. "One More Time With Feelings" belgeselini izleyince bu soruların cevabını daha iyi öğrenebileceğiz. Ama şimdiden aldığım duyumlar, gerçekten sözlerde bir takım doğaçlamalar yaptığı yönünde.

Albüm inanılmaz bir açılışa sahip. "Jesus Alone" tekinsiz ve zorlu bir giriş yapıyor albüme. "You fell from the sky, crash landed in a field" diyerek başlıyor. İster istemez, burada oğlundan bahsettiğini düşünmeden edemiyorum. Şarkının yoğun synthler içindeki klostrofobik tonu etkileyici. Hemen arkasından gelen "Rings of Saturn" açılış şarkısından tamamen bambaşka bir tona geçiş yapıyor. Cave'den beklemediğim değişik bir vokal performansı var ve şarkının neredeyse neşeli bir tonu olduğunu düşünüyorum. Müzikal anlamda albümün en güzel düzenlemeleri bu şarkıda saklanıyor.

Ardından gelen "Girl In Amber" albümün en hüzünlü eserlerinden biri, ve yine ani bir ton değişikliği yaşıyor. Cave gerçekten ağlayarak söylüyor adeta, eşi için bestelediğini düşündüğüm bu şarkıyı. Yaşanan acının eşi açısından nasıl zorlu bir süreç olduğuna dair detayların varlığı ile birlikte. "If you want to leave, don't breath" diyor adeta öğüt verircesine. "Magneto", filme adını veren "One More Time With Feeling" sözünü içeriyor. Daha çok eski eroin kullanımından bahsettiği yavaş ve karanlık bir şarkı.

Albümün 2. yarısı, ilk yarının yarattığı beklentinin üstünün çıkıyor. Hatta diyeceğim o ki, ilk yarı güzel bir Cave albümü iken, ikinci yarı albümü en iyilerden biri haline getiriyor. "Antrocene" değişik bir davul melodisi ve synth'lerle aksak bir şekilde başlıyor. Piyanolar ile birlikte Cave, Mallick'in "Tree Of Life" filmini anımsatan bir felsefi hava yakalamayı başarıyor. Hatta bana Scott Walker'ın son dönem albümlerinden fırlamış kadar esrarengiz geldi. Sonrasında ise albümün merkez şarkısı geliyor. "I Need You" gerçekten tüyleri diken diken eden bir başyapıt diyebilirim. Lafı dolandırmayacağım, şarkının oğlunun ölümünün ardından kaydettiğini biliyorum. Bu bakış açısı ile bu şarkıyı dinleyen kimsenin gözlerinin yaşarmaması imkansız. "One More Time With Feelings"'te "You're still in me - Hala içimdesin" repliği ile ilgili şunu söylüyormuş Cave: "Arkadaşlarım oğlumun ölümü sonrasında onun hep kalplerinde yaşamaya devam edeceğini söylediler, ben de onun hala kalbimde olduğunu ama yaşamaya devam etmediğini söyledim." Cave dünyanın en güzel sesli vokalisti değil, ama bu şarkıda güzel söylemesine bile gerek yok. Bu kadar duygu ile söylenmiş bir şarkıyı, Sufjan Stevens'ın annesinin ardından yazdığı "Carrie and Lowell"den beri duymamıştım.

Albümün yükseliği burada bitmiyor, sonrasında gelen "Distant Sky" albümün ilk yarısındaki karanlıktan biraz daha uzaklaşıyor ve duygusal kıyılara iyice yanaşıyor. Soprano Else Torp'un Cave'e eşlik ettiği bu şarkı gerçekten Cave'den beklediğim kadar kırılgan bir ruh haline bürünüyor. Torp'un söylediği kısımlar o kadar duygusal ve bariz şekilde oğlu ile ilgili ki Cave'in bunları söylemeye dayanamamış olduğunu hissettiriyor. "Murder Ballads" dışında Cave dışında başka birinin şarkı söylediği görülmemişti Bad Seeds albümlerinde. Şok üstüne şok yaşıyorum şarkının güzelliği ve Else Torp'un başarısı karşısında.

Kapanış şarkısı "Skeleton Tree" mükemmel 3 final şarkısının sonuncusu oluyor. Orijinalinin çok daha sert olduğu söylenen bu şarkı, Slowdive şarkılarından fırlayan bir gitar ve piyano melodisi ile başlıyor. Bütün bu felaketin sonucunda huzura bulmaya dair bir arayış bu aslında. Hiç bitmeyecek bir acıya alışmakla ilgili duygularını ifade ediyor. "It's Alright Now" diyerek bitiriyor albümü. İlk defa ölüm Cave için ilginç bir hikaye değil de yüzleşilmesi gereken çok ağır bir yük. Ve bir şekilde bununla başa çıkmaya çalışıyor. Son 3 şarkıyı gözlerim yaşarmadan dinlememin yolu yok.

Sufjan Stevens örneğinde olduğu gibi, yetenekli müzisyenlerin ciddi kayıplar sonrası yaptıkları albümler insanın boğazını düğümleyen cinsten oluyor. Cave müzik adına bu kadar iyi bir yılda, en iyi albümlerden birine imza attı. Üstelik bunu, özgünlüğünü kaybetmeden ve kendi sınırlarının daha da ötesine geçerek başardı. Kariyerinin en özel albümlerden biri olduğunu ve sadece hayranlarının değil, müzik seven herkesin bir şans vermesi gerektiğini düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder