2 Ekim 2016 Pazar

Bon Iver ile Yeni Bir Sayfa: 22, A Million



Uzun süredir beklediğim gün geldi, Bon Iver 2011'den beri beklemekte olduğum albümünü yayınladı. Albümün yaklaşmakta olduğu haberi gizemli bir video ile internete düştüğünden beri birkaç ay oldu. Bu süreyi heyecan içinde takip ettim elbette. Öncelikle uzun versiyonlarını şarkı sözleri ile birlikte internete koyduğu 2 şarkıyı ve yeni albümün tamamını çaldığı konseri incelediğim yazıyı kaleme aldım. Sonrasında ise albümün en iyilerinden biri olacağını iddia ettiğim 33 God ile ilgili bir başka yazı yazdım. Sonrasında ise beklemeye koyuldum.

Bon Iver albümün ipuçlarını vermeye başladığı günden beri yerinde duramadı ve bir sürü yan proje ile uğraştı. Bu arada bir basın konferansı verdi. Belli ki tek tek röportaj vermektense, topluca yapıp kurtulmayı daha kolay bulmuştu. Bir yandan bunun oldukça eğlenceli olacağını düşündüğünü de ifade etti. Yakın arkadaşı müzikolog Trever Hagen çok içten ve duygusal bir biyografisini bile kaleme aldı. Bon Iver'in sadece 2 albüm ile günümüzün en ilgi çeken müzisyenlerinden biri olmasının sebeplerini anlamaya çalıştığım bir süreç geçirdim. Justin Vernon (nam-ı diğer Bon Iver'in ta kendisi) açıklamalarında sürekli bir önceki albümün başarısının ona depresyon olarak döndüğünü ve ünlü olmaktan hiç keyif almadığını açıklıyordu. Vernon, hayalinin bir kafe açmak ve orayı işletmek olduğuna dair mütevazi bir takım hayaller anlatıyordu. Fotoğrafının çekilmesine izin vermiyor, medyaya dağıttığı son fotolarda da deforme olmuş, yırtılmış bir takım garip görüntüler mevcuttu. Tabi, bu birçoklarına antipatik gelebilir. Yine bir amerikalı müzisyen ünlü olmanın zorlukları üzerine bir şeyler anlatıyor. (Tek albümle 2 Grammy aldığını hatırlatırım.) Yine birileri çıkıp, "Bakın ben artık sizin tanıdığınızı zannettiğiniz ben değilim." diyor, albümü de resmen bu temel üzerine kuruyordu. Vernon, bu kadar klişe bir rol için fazlası ile iyi bir adam. Çünkü ne olursa olsun naif bir yanı var. Kanye West gibi ağır narsisistik bir adam ile ilişkisini bu derece iyi yürütmesi, James Blake gibi zor bir herifin albümünde kenardan mükemmel sesi ile şarkıyı renklendirmesi ya da Frances and the Lights'ın Friends klibindeki (izlemediyseniz önerilir) zorlama ama tatlı dansı sempatiden başka bir şey uyandırmadı bende. Hani biraz sıkılgan, duygusal ama bir şekilde yerinde duramayan hiperaktif bir çocuk gibi.



Albüme geçmeden önce epey uzun bir giriş yaptığımın farkındayım, ama Bon Iver albümü 2011 yılında piyasaya çıktığından ve beni derinden etkilediğinden beri o kadar güzel bir albüm hala yapılmadı. (Belki Sufjan Stevens'ın Carrie and Lowell istisna olabilir.) 2016 müzik açısından tarihe geçecek bir yıl elbette, Vernon da bu yılı atlamadı ve bütün büyüklerin yanında beni en çok meraklara sevkeden de kendisi oldu. Ve albüm hakkında elbette live versiyonunu dinlemem sebebi ile bir önyargım vardı. Albümün son halini dinlediğimde de bu fikrim çok az değişti.

Albümün açılışını yapan (kusura bakmayın garip sembolleri klavyemin el verdiği hali ile yazacağım) 22 (Over Soon) zaten oldukça iyi bir şarkı olarak dikkatimi çekmişti. Bir önceki albümün Perth gibi bir başyapıt ile açıldığını düşününce, onunla kıyaslamak sadece haksızlık olacak. Ama bu şarkı bence bu albüm için mükemmel bir açılış çünkü albümün sizi çıkaracağı yolculuğun haritası gibi. Vernon, tanrı vergisi sesi ile kalbimizin telini titretirken alışık olmadığımız samplelar, auto-tune ile bozulmuş vokaller, elektronik kırıntılar ve saksofon karşımızda duruyor. "Merak etmeyin, pek yakında bitecek diyor gibi, sadece sizin için kaydettiğim bu 10 şarkıya bir kulak verin."

10deathbreast'in albümün 2. şarkısı olması ile ilgili şöyle bir düşüncem var, lafı uzatmak istemiyor Vernon. Şaşırtmak için hazırlanmamızı beklemek istiyor. Ondan beklemediğimiz şeyi hemen başta bize gösteriyor ve sonrasında geleceklere hazır olmamızı istiyor. Daha önce yorumladığımda albümün genelinde nasıl bir yere düşeceği konusunda emin olmadığımı ifade etmiştim, ama şimdi albümün tamamını dinlediğimde gerçekten doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum. Sonrasında gelen 715 - Creeks zaten aynı şaşırtmacayı sürdürmeye devam ediyor. Kanye'nin etkisini en hissedeceğiniz eser bu sanırım, çünkü neredeyse müziğe bile ihtiyaç duymamış. Vocoder ile bozulmuş sesi ile bizi yabancılaştırmak konusunda bir adım daha atıyor ve çok duygusal bir iş çıkarıyor. Şarkının ismindeki Yunan sembolleri ise ilk albüm sonrası tek başına kalabilmek için Yunanistan'a yolculuk yapması ama sonunda daha beter depresyona girip dönmesi sırasında yaşadıklarına bir gönderme elbette. Bu dönemde yaşadığı panik ataklar sonucu bir süre tedavi görmesi gerekti, ama sonuçta tıpkı ilk albümde ıssız bir kulübeye kapanması hikayesinde olduğu gibi bir şekilde malzeme toplamayı başardı.



Albümün en güzel şarkısı olması mümkün 33 "God" hakkında zaten bir yazı yazdım. Ama albümün temel taşı olduğunu düşünmemin sebebi, bu albümün diğerlerinden farklı olarak daha çok inanç ve kendine ulaşmak üzerine bir yolculuk olduğuna dair en bariz şarkı olması. Bir aşk şarkısı elbette, pek çok Bon Iver şarkısı gibi özünde. Ama kaçırılmaması gereken ayrıntı bir önceki albümün yaşam-ölüm-mekan üzerinden gezinen atmosferini, burada dini semboller, simgeler ve arayışa bırakmış olması. Vernon'ın din bilimleri okuduğunu biliyorsanız eğer, albümdeki yoğun budizm ve incil göndermeleri size daha mantıklı gelecektir.

29 #Strafford APTS Bon Iver hayranlarının en sevdiği şarkı olacak gibi, çünkü eski albümlere koysanız bile sırıtmayacak türde bir akustik harikası. Vernon'ın neredeyse Country tadına ulaştığı şarkı gerçekten gitarın gıcırtısını duymayı özleyenler için önümüzdeki birkaç yıl içerisinde klasik sayılacak gibi görünüyor. Hatta zorlarsanız ilk albüme bile sokabilirsiniz ki bu ilk albümü seven ama sonra "Bon Iver bozdu abi ya" edebiyatı yapan arkadaşlar için ilaç görevi görecektir. 666 t ise sizi özlediğiniz Vernon falsettoları ile buluşturacak, yavaş ve tatlı bir şarkı. Yine deneysel sulardan biraz uzaklaştığını düşünüyorum. Burası albümün ortasında sığınabileceğiniz bir ada gibi daha çok. Şarkının adının ima ettiği satanik imaları çok aradıysam da, aksine daha çok dua, huzur ve ders almak gibi kavramları bulabildim. Zaten çok minimalistik tatlı bir şarkı bu.

21 Moon Water, transa sokan Bon Iver şarkıları arasında girecek. Autotune ile bozulmuş vokali, yer yer ürkütücü olabilen atmosferi ile benim en sevdiğim şarkılardan biri oldu. Okült bir imgeye yer veriyor olmasının yanında, şarkının sözlerinin tam olarak ne ifade ettiği konusunda kafam karışık. Ama Bon Iver'in Kid A'i ya da Age of Adz'i benzetmelerini duyacaksanız, sebeplerinden biri bu şarkı olacak. Ben buram buram Bon Iver koktuğunu düşünüyorum. Zira tıpkı önceki albüm gibi, albümün sonunda doğru bambaşka ruhani bir atmosfer iyice ortaya çıkıyor. 8 (circle) aynı atmosferi bozmadan, aynı şarkının devamı gibi girerek sizi içine soktuğu ruhani atmosferi yükseltiyor. Sona doğru şarkı epey yükseliyor ve saksofonlar hafif kakafonik bir hal alıyor ama asla tam olarak kaybolmanıza izin vermiyor. En sevdiğim şarkılarından biri olan Beth/Rest'i anımsatması ile birlikte albümün en bahsedilen şarkılarından biri olacak gibi görünüyor.



___45____, albümün sonuna yaklaşırken Vernon'ın numaralarının bitmediğini gösteriyor. Saksofon ile düet yaptığı orijinal bir fikir ile ortaya çıkıyor ve bu yetmiyormuş gibi vocoderı neredeyse abartarak kendisini parçalara bölüyor. 4-5 kişi beraber söylüyormuş hissi veren bu karmaşık şarkı, James Blake'in son albümüne koysanız asla sırıtmaz. Albümün sonunda ise 00000 Million, Beth/Rest'in anımsatan bir başka şarkı. Vernon en gurur duyduğu şarkısının Beth/Rest olduğunu söyler. Neredeyse kitsch bir 90'lar atmosferine sahip bu şarkı, bir önceki albümün finalini yapıyordu. Çok melankolik, çok nostaljik bir şarkı bu da. Albümün son yarısında ortaya çıkan o yoğun hissi oldukça zirveye çıkarıyor ve burada da noktayı koyuyor. Birkaç ay sonra favori şarkım olmaması için hiçbir sebep göremiyorum çünkü her dinleyişte daha da yürek burkan vokal melodileri dikkatimi çekiyor.

Albüm hakkında söylenmesi gereken temel şey şu: ne kadar ilk dinleyişte garipseyecek olsanız da, tekrar tekrar şans vermekten çekinmeyin. Şarkılar zihninize yerleştikçe bir yapbozun parçaları gibi sizi daha da etkileyecek. Albüm çıkalı bir gün oldu ve ben her dinleyişte kendimi biraz daha kaptırmış buluyorum. Justin Vernon rahatlıkla başarısızlıkla sonuçlanabilecek bu denemenin altından alnının akı ile kalkmış ve ruh dolu bir albüm yaratmayı başarmış. Bir önceki albümün yükü altında ezilmesine gerek bile kalmamış bu sayede. Kendi başına bambaşka bir albüm olarak karşımızda duruyor. Vernon, ne kadar kaçmak ve kendini görünmez hale getirmek konusunda çaba sarfetse de, bilinçdışında bir kısım tam tersini yapıyor sanki.

Justin Vernon depresyonunun tedavisini müzikte buluyorsa, bize de onu takip etme ve yeteneğine kulak verme şansı tanıyor. Yüceltmenin böylesine her zaman kapım açık ve bu albümün beklentilerimi karşılamasının sevinci şu an bana yetiyor.

1 yorum: