İstanbul benim için her zaman rüya gibi bir şehir olmuştu. Hatta üniversitedeyken dünyanın en güzel şehirlerinden birinin Türkiye'de olmasının çok güzel bir şey olduğunu düşünürdüm. Halbuki İstanbul'a ilk gelişim ilkokul yıllarımda olmuştu. Pek fazla tatil için şehir dışında çıkmayan bir aile olarak, babamın bizi İstanbul'da çalışan bir lise arkadaşını ziyarete getirmesi sayesinde Topkapı Sarayı'nı ve Eminönü'nü güzelce gezdiğimizi hatırlıyorum. Tabi o gezi ile ilgili aklımda kalan en önemli şey ne kadar büyük bir kalabalık olduğu ve Kral TV'nin sadece büyük şehirlerde çektiği gerçeği ile karşı karşıya kalmamdı.
Sonrasında yıllar boyu İstanbul görmedim, benim için 2. büyük İstanbul gezisi lise arkadaşlarımla birlikte okulun düzenlediği bir "üniversite seçme gezisi" ile Ankara ve İstanbul'u gezmem sayesinde gerçekleşti. O geziyi hala unutamam, Ankara kısmı oldukça silikti gerçi. ODTÜ'yü çok beğenmem dışında bir şey hatırlamıyorum ama İstanbul gezisi efsaneydi. Çünkü her gün boş zamanlarımız oluyordu. Bir keresinde bizi Sirkeci'de bırakıp gittiklerinde saatler boyu çarşıları gezmiş, güvercinlere yem falan atmıştık. Galata köprüsünü turlamış, balık tutan abileri izlemiştik. Diğer yandan yaşadığım şehirde izleme imkanım olmayan ve izlemek için bileklerimi kesebileceğim Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmini de izleme şansı bulmuştum Beyoğlu Sineması'nda. (Beyoğlu Sineması'na ilk gidişim de budur.)
Derken lise bittikten sonra üniversite için hayatımı değiştirecek en büyük tercihlerden biri olan Ankara'da tıp fakültesi okuma tercihimi yaptığımda, ilk büyük konser gezimi yapmak üzere İstanbul'a gelmiştim. The Kills, JJ72 ve Kraftwerk'i izleme şansı bulmuştum ki bu benim için kelimelerle tarif edilebilir bir deneyim değildi. İstanbul tam anlamı ile aşıktım. Kocaman olması, karanlığı, ışıkları, kalabalığı, boğazı, renkleri, her şeyi çok etkileyiciydi. Üniversiteye başlarken yaptığımın hata olduğunu düşünüyordum, ama Ankara'nın kesinlikle hata olduğunu düşünmüyorum. (Ankara karşıtlarına koz vermek istemem, çünkü öğrencilik için şahane bir şehir olduğunu düşünüyorum.)
Neyse üniversite boyunca defalarca kez İstanbul'a konser veya başka amaçlarla geldim. Bunlardan en fazla aklımda kalanları, sınavımdan 1 gün önce Morrissey konseri için gelmem, Dali Müzesi'ne günü birlikte sınav sonrası kaçışım, Apichatpong Weerasethakul'un "Uncle Boonme Who Can Recall His Past Lives"ını izlemek için yollara düşmem, Mogwai için düşlervekabuslar forumundan arkadaşlarla buluşmam ya da One Love festivalinde M83'ün beyin elemanı Antony Gonzalez ile fotoğraf çektirmem gibi mükemmel anılar. Durum böyle olunca üniversite boyunca psikiyatriye yaklaştıkça, yaşamak istediğim şehir olarak da İstanbul'u gözüme kestirmiştim.
Gel gör ki, Türkiye de değişti ben büyüdükçe de, İstanbul da. Benim İstanbul'a gelmem ne yazık ki 27 yaşımı buldu. İstanbul'a geldiğimde artık bambaşka biri olmuştum. Üniversite ve sonrasında yaşadığım pek çok olay, her insan gibi benim de olgunlaşmamı sağladı ve hayata o zamanlarki kadar neşeli bakamaz olmuştum. Elbette İstanbul ilk başta kendi büyüsüne sahipti. Ama Bakırköy gibi biraz uzak bir muhitte yaşamaya başlayınca insan zamanında aşık olduğu İstiklal Caddesi gibi yerlerin nasıl bozulduğunu görmeye başlıyor. İstanbul'un büyüsü bitmek bilmeyen E5 sıkışıklıkları, İstiklal'de arap turistlerden adım atamadığın yürüyüşler ya da Kadıköy'de balık pazarının orada insan trafiğinde sıkışıp kalmak gibi tamamen insan kalabalığının neden olduğu sebeplerle dağılıp gitti. Sonrasında ise İstanbul çirkin bir şehir olmaya başladı.
İstanbul'un güzelliği ile çirkinliği arasındaki ince çizgi, tam olarak ülkenin politik konumu ile de alakalı. Türkiye de büyüdükçe çirkin bir ülke oldu. Aslında Dünya genel olarak çirkin bir yer oldu. Ben hep eski filmleri ya da küçükken gezdiğim yerleri hatırlayarak bu aşkı canlı tutmaya çalıştım. Eminönü'nde balık yedim, Topkapı'ya tekrar gittim, Galata'nın arka sokaklarını keşfettim, Heybeliada'da turlar attım, Baltalimanı'nın bahçesinde boğazı izleyerek çay içtim. İstanbul'un güzelliğini görmek kazı kazan oynamak gibiydi. Yeterince kazırsanız belki altından bir güzellik beliriyordu. Ama etrafındaki diğer çirkinlikleri görmezden gelmeyi başarabilmeniz gerekiyordu.
Şimdi bu noktada sizi eski İstanbul fotoğraflarından bir seçkiye davet ediyorum:
Bu eski fotoğraf şimdilerde adı hala Yeldeğirmeni olan, Kadıköy'ün hoş muhitlerinden birine ait. 1900'lerin başı, hala Kadıköy'ün köy olduğu zamanlara ait sanırım.
Burası Bozdoğan kemeri, şimdilerde benim için Taksim-Bakırköy dolmuşunun bitmek bilmeyen trafik sıkışıklıklarını simgeliyor.
Bu sonradan renklendirilmiş fotoğraf Sultanahmet'ten bir kare, muhtemelen cumhuriyetin öncesine denk geliyor.
Bu Haliç manzarası ise, hala çok etkileyici olmayı başaran bir karenin bir zamanlar ne kadar görkemli olduğunun kanıtı.
Bu fotoğraf ise artık turistik olarak gezmenin bile imkansız olduğu güzeller güzeli Ortaköy'ün bir zamanlar ne kadar yeşil ve huzurlu olduğunu gösteriyor.
Eminönü, Karaköy ve Sirkeci bölgesi, artık insan yığınlarının biriktiği karmaşık bir yer halini aldı. Aslında çok yakın zamanlara kadar hala gezmesi keyifli olan bu yerler son dönemde turist bile çekemez olduğu için pek çok dükkanın kapatıldığı ile ilgili haberler okuyorum.
Yakın zamanda Roma'yı tekrar gezmiş olmanın da etkisi ile kafamda bu şehirleri istemeden kıyasladım. İstanbul elbette tamamen kötü bir şehir değil. Yaşayan insanlar için sadece çok "zor" bir şehir. Roma'nın her köşesine yayılmış güzelliklerin yanında, İstanbul'un insanı güzelliklere karşı "körleştiren" düzeni canımı sıkıyor. Bir zamanlar görmek için mükemmel bir şehir olan İstanbul, artık son bombalı saldırıların ve politik gelişmelerin ışığında kendini betonu, berbat bir şehirleşmeye, garip bir turist popülasyonu ve yozlaşmaya bırakmış durumda.
Hayallerimi süsleyen şehir kesinlikle bu değildi. Belki üniversite yıllarımı burada geçirmiş olsaydım başka türlü düşünebilirdim. Ama artık insanların şehrin hemen dışındaki residence yığınlarında yaşamak için birbiri ile yarıştığı, Beşiktaş gibi kısmen merkezi bir yere gitmek için bile sıkış tıkış toplu taşımayı kullanmak zorunda olduğu ve her şeyin inanılmaz düzeyde pahalı olduğu bir şehirle karşı karşıyayım. Keşke İstanbul sevgim böylesine sönüp gitmemiş olsaydı, keşke Sultanahmet'e her gittiğimde Ayasofya'nın ne kadar majestik olduğunu aklımdan geçirirken, bir yandan başıma kötü bir olay gelmesinin tedirginliğini yaşamıyor olsaydım. Keşke her geçen gün azalan konserler eskisi kadar zevk veriyor olsaydı. İstanbul'da yaşadığım 3 yılda gittiğim konser sayısı, öncesinde Ankara'dan trenle gelip gittiğim zamanlardan daha az.
Tren demişken, Haydarpaşa Garının kundaklanması bile sanki İstanbul'u bekleyen aşırı betonlaşmanın, yozlaşmanın, kalabalıklaşmanın ve çirkinleşmenin bir işareti gibi. Gelecekte daha çok gökdelen, yapay yaşam merkezleri olan residence bozuntuları, kapanan tarihi mekanlar ve hava kirliliği İstanbul'u bekliyor. Ve Türkiye açısından pek de alternatifimiz yok. (Lütfen bana İzmir ile gelmeyin.)
İşte benim İstanbul hikayem de böyle, ne yazık ki mutsuz sonla biten bir hikaye bu. Başıma bir şey gelmeyecekse, ben Ankara'yı özlüyorum.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilben de dün akşam istanbul ile olan kendi hikayemi düşünmüştüm. hatta dün gece bir sebepten istiklal'de yürürken, bu şehrin bana ne kadar korku verdiği geçti aklımdan. yazını okuyunca ilk vermek istediğim tepki "JJ72 konserine mi gittin?!" olacaktı. ama yazının sonuna geldiğimde "ben de ankara'yı özlüyorum" demek istedim. hatta başıma bir iş gelse bile "ANKARA'YI ÖZLÜYORUM" demekten başka diyecek bir şeyim yok. kusura bakma burayı da ağlama duvarına çevirdim ama işte bunlar hep duygu yoğunluğu:(
YanıtlaSilJJ72'yu sona ermeden önce izleyebildiğim için mutluyum. "I To Sky" sonrası bir festivale gelmişlerdi, şu anda adını bile hatırlayamıyorum o zaman liseyi yeni bitirmiştim. İstanbul ile olan ilişkim her geçen gün kötüye giderken, kendime alternatif yaşayacak bir yer arıyorum ama yurtdışı imkanlarımın mesleki anlamda kısıtlı olduğu bir dünyada ne yapacağımı çok da bilmiyorum.
YanıtlaSilJJ72 ile ilgili ne güzel bir deneyimin varmış, pek az oluyor böyle şeyler.
YanıtlaSilistanbul ile ilgili benim de benzer hislerim de var. hatta daha karamsar bile diyebilirim. ankara'dayken oraya bu kadar bağlı olduğumu fark etmemiştim. meğersem öyleymiş. istanbul beni korkutuyor. okyanus içinde boğuluyor gibiyim. ben de kendime bir yerler bakıyorum. yurtdışına giden arkadaşlarım beni evlat edinse gibi hayallerim var.
jj72'yu geçen araştırdım, ne yapıyor bu adamlar diye. basçı Hilary Woods solo bir ep çıkardı bu sene. yakışıklı fergal matthews neredeyse kendi içine kapanmış, müzik dışında bir iş ile uğraşıyormuş. mark greaney ise british and irish music institute'te eğitim sorumlusu olmuş, öğretmenlik yapıyormuş. bir zamanların NME en iyi genç müzisyen ödülü alan grubun 2 albümde bu hale gelmiş olması hala beni üzer. ilk albümlerini dinlemeye doyamazdım. şimdi acaba adını hatırlayan kaç kişi kaldık :)
Silistanbul'un kalabalığına alıştım da, korkudan ziyade sevimsizlik ve çirkinlik yoruyor sanırım beni. dünyanın işkencesini biz çekiyoruz ve birileri huzurlu şehrinde hayatını yaşıyor gibi hissediyorum her yurtdışı gezimde.
araştırmacılığını görüyor ve bir katkı da ben sunuyorum. şimdi baktım ve ne göreyim? HILARY'NIN ÇOCUĞU VARMIŞ. hem de 23 yaşında doğurmuş. http://www.irishtimes.com/life-and-style/people/i-knew-after-two-albums-it-was-time-to-leave-jj72-1.2712633 o zamanlar isim koymam mümkün değildi ama meğersem ilk "girl crush"larımdan olabilir.
Silistanbul çirkin maalesef. göze hitap etmiyor ne yazık ki. ayıp olmasın şimdi ama mesela istiklal, şu ülkenin en pis yerlerinden biri haline geldi. çok pis yerler var burada.
vay be ben de hillary ye fena hastaydım. gerçekten öyle bir kadın basçı hala görmemiş olabilirim. 23 yaşında çocuk doğurmuş olduğuna inanmam zor ama belki de grubu bırakma sebebi gebe kalmış olması olabilir. çünkü aslında jj72 nun dağılma sebebi onun ayrılması olmuştu.
Silbu arada geçen grubun isminin sırrını da çözdüm araştırmalarım sırasında. ama hemen söylemeden sana da bir araştırma fırsatı sunuyorum :)
nasıl yani, JJ72 bir çamaşır makinesi modeli miymiş? ya da jamjar %72 ya da mark'ın anne ve babasının evlilik tarihi? nasıl yani? ben çok daha cool bir şeyler bekliyordum.
Silayrıca sen deyince mark ne alemdeymiş diye bakayım dedim ve ne göreyim, linkedin'deki profil resmine thurston moore ile çekildiği resmi koymuş. canım benim ya. halen çok tatlı :)