Olimpos
sahilinde uzanmaktayım. Bundan tam 10 yıl önce, o zamanlar 19 yaşında,
üniversite 1. sınıfta okumakta olan heyecanlı bir genç ben. Bir yandan lisenin
karanlık depresyonu yeni yeni üzerimden kalkıyor. Kendime yeni bir hayat
kuruyorum, yeni arkadaşlar ve hayaller. O zamanlar geleceğim ile ilgili çok
ciddi planlarım yok. Her gün alkol alıyorum ve çoğu zaman sarhoş olarak
uyuyorum. Benim için büyük özgürlük.
Ama
derinlerde bir üzüntü, aşk acısı ile başa çıkmaya çalışmak, daha doğrusu
neredeyse saplantı haline gelen düşüncelerden kurtulmaya çalışmak idi Olimpos.
Denize kaç kere girdiğimi hatırlamıyorum. Ama sahilde uzanıp, saatlerce bu
şarkıyı dinlerken uyuyakaldığımı hatırlıyorum. Tam olarak kaç kere dinlediğimi
bilmiyorum ama muhtemelen birkaç yüz civarındadır.
Şarkı
şimdilik burada dursun, isteyen açsın ve öyle devam edelim:
The
Cure o zamanlar da, şimdi olduğu gibi, The Smiths ile birlikte en sevdiğim gruplardan
biri. Her şarkısına dinlemeye doyamıyorum. Pornography'ye tapıyorum falan. Ama
Disintegration tüm zamanların en iyi albümlerinden biri, bunun yanında
Disintegration tüm zamanların en iyi şarkılarından biri. İlk 1.5 dakika boyunca
Robert Smith şarkıya girmiyor. Şarkı boyunca devam edecek olan melodi önce
kendini dinleyiciye alıştırıyor.
Disintegration
kalp kırıklıklarının şarkısı. Başarısızlığın, hayatını boka saplamanın, kötü
kararlar vermiş olmanın, sevdiklerini kırmanın, insanın içini çürüten kötü
duyguların ve daha pek çok şeyin şarkısı. Smith şarkıyı elbette uyuşturucu
bağımlılığı ile bütünleştiriyor, onu ve ailesini parçalayan bir güç olarak. Ama
bu benim hayatımda gerçekten bir ilişkinin parçalanması ile ilgiliydi. Bir
bağın kopması, tam olarak Dis entegre olması ile ilgili coşkulu bir
sayıklamaydı. Smith haykırarak söylüyordu şarkıyı. 8 buçuk dakika boyunca adım
adım çıtayı yükseltiyordu. Her cümlesinde bir sonraki cümleye atıf yapıyordu.
but i
never said i would stay to the end
so i
leave you with babies and hoping for frequency
screaming
like this in the hope of the secrecy
screaming
me over and over and over
i
leave you with photographs
pictures
of trickery
stains
on the carpet and
stains
on the scenery
songs
about happiness murmured in dreams
when
we both us knew
how
the ending would be...
Kırık
bir kalpten gelen cümlelerin bu kadar melankolik bir melodiyle dile geldiğini
çok sık görmüyorum. Aradan 10 yıl geçti dedim, ama bu şarkının üzerimdeki
etkisi bir gün bile azalmadı. Hala ilk dinleyişimdeki gibi tüylerim diken diken
oluyor. İlk 1.5 dakika boyunca ne kadar basit ama güzel bir melodisi olduğunu
düşünüyordum. Smith'in finaldeki "How the end always is..." repliğini
duyduğum an kalbime adeta bir bıçak saplanıyor. Şairane bir güzellik bu.
Olimposun
sıcağı, bana hiç sıcak gelmedi. Çünkü güneşin altında uzanırken bile, bu
şarkının soğuk kalkanı altında üşüyordum. Acı çekiyordum. Ama acı çekmek hiç bu
kadar güzel olmamıştı. Kişiliğimin olgunlaşması sürecinde bana en çok katkıda
bulunan şarkılardan biridir bu. Beni müziğe aşık eden, saatlerce süren bir
filmden daha çok etki edebilen 8 dakikalık bu şarkıyı sanırım ölene kadar hiç
sıkılmadan dinlemeye devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder